Türkçülüğün Esasları Özeti | Ziya Gökalp
Türkçülüğün Esasları Özeti | Ziya Gökalp
Yazar: Ziya Gökalp
Konusu
Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından olan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eseriyle “Türk milletindenim” demenin ne demek olduğunu, Türk milletinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini öğreten bir ilk öğretmendir. Bu çabalarıyla Türk milliyetçiliğinin zeminini de hazırlayan Gökalp, kendisine kadar dağınık bir halde gelen düşünceleri bir araya getirerek, gerçek anlamını bulan bu düşünceye Türkçülük adını vermiş ve milletin bundan sonra gideceği yolu tayin etmiştir. İmparatorluktan Millî-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’ın, insanların kafalarının karışık olduğu bir dönemde, bu karışıklığa çözüm bulmak amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine yaptığı sosyolojik, kültürel ve siyasî değerlendirmeler geçerliliğini bugün de muhafaza etmektedir.
Türkçülüğün Esasları Özeti | Ziya Gökalp
Kitap Türkçülüğün Mahiyeti ve Türkçülüğün Programı olmak üzere iki bölüm halinde yazılmıştır. Her iki bölümde kendi içinde alt bölümlere ayrılmış ve başlıklar halinde konular anlatılmıştır.
İlk bölüm on alt başlıktan oluşmaktadır; Türkçülüğün Tarihi, Türkçülük Nedir?, Türkçülük ve Turancılık, Hars ve Medeniyet, Halka Doğru, Garp’a Doğru, Tarihi Maddecilik ve İçtima Mefkurecilik, Milli Vicdanı Kuvvetlendirmek, Milli Tesanüdü Kuvvetlendirmek, Hars ve Medeniyet.
İkinci bölüm sekiz alt başlık halinde ve bazı alt başlıklar da kendi içlerinde alt başlıklara ayrılarak yazılmış.
Lisani Türkçülük (Yazı Dili ve Konuşma Dili, Halk Lisanına Girmiş Arapça ve Acemce Kelimeler, Türkçülük ve Fesahatçiler, Sigalar-Edatlar-Terkipler,Yeni Türkçenin Harslaştırılması ve Tehzibi, Lisani Türkçülüğün Umdeleri).
Bedii Türkçülük (Türklerde Bedii Zevk, Milli Vezin, Edebiyatımızın Tahris ve Tehzibi, Milli Musiki, Sair Sanatlarımız, Milli Zevk ve Tehzib Olunmuş Zevk).
Ahlaki Türkçülük (Türklerde Ahlak, Vatani Ahlak, Mesleki Ahlak, Aile Ahlakı, Rahti Ahlak, İstikbalde Aile Ahlakı Nasıl Olmalı? Medeni Ahlak ve Şahsi Ahlak, Beynelmilel Ahlak).
Hukuki Türkçülük, Dini Türkçülük, İktisadi Türkçülük, Siyasi Türkçülük, Felsefi Türkçülük.
BİRİNCİ KISIM
TÜRKÇÜLÜĞÜN MAHİYETİ
Türkçülük memleketimizde meydana çıkmadan önce Avrupa’da iki hareket ortaya çıktı: Türkperestlik ve Türkoloji. Türkperestlik yani Türk hayranlığı, Avrupalıların Türk sanat eserlerini keşfederek toplamaları, evlerinde Türk köşesi oluşturmaları ve Türk sanatına dair ürünleri sergilemeleriyle ve Avrupalı filozofların ve ressamların Türklerin ahlakını anlattığı kitaplar yazmasıyla ve resimler yapmasıyla ortaya çıkmıştır. Türk tarihi adına yapılan araştırmaların ortaya koyulması da Türkolojidir. Avrupa devletleri eski Türk milletlerinin tarihi ile yakından ilgilenmiş, onlarla ilgili araştırmalar yapmış ve Türk milletinin ve ona benzer milletlerin yaşayışına dair çalışmalar yapmışlardır. İki akım sayesinde Türkçülüğe dair fikir akımları ortaya çıkmaya başlamış, bu amaçla yapılan çalışmalarından ötürü de Türkçülüğün fikir babaları da Ahmet Vefik Paşa ve Süleyman Paşa olarak anılmışlardır. Türkçülük akımı Osmanlı için tehlike olarak görülmüş ve dönemin padişahı Abdulhamit tarafından engel olunmuştur. Bu sırada Rusya’da yetişmekte olan iki büyük Türkçü Mirza Fethali Ahundof ve İsmail Gaspirinski Türk dili adına çalışmalar yapmaktadır. Çıkarılan Tercüman gazetesiyle de tüm Türklerin aynı lisanda birleşmeleri fikri ortaya çıkmaya başlamıştır. Abdülhamit’in son dönemlerinde artık İstanbul’da Türkçülük akımı tekrar ortaya çıkmaya başlamış ve birçok önemli yazar ve şair Türkçülük adına önemli işler yapmışlardır. Hüseyinzade Ali Bey’in Turan Manzumesi, Türk Şairi Mehmed Emin Bey’in Türklüğe dair ilk şiiri, Ahmed Cevdet Bey’in İkdam gazetesi bunların ilk örnekleridir. İkdam gazetesi Türkçeyi sadeleştirmek adına ortaya çıkan bir gazete olmasına rağmen Fuad Raif Bey’in Tasfiyecilik fikrini takip etmesi Türkçülük akımının kıymetini yitirmesine neden oldu. Bu karmaşa Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık arasında hangisinin doğru olacağı yönünde tartışmalar yarattı ve gençler arasında ayrımlar yaşandı. Bazı kışkırtmalar ve mitingler ile halkı Osmanlıcılık ve İslamcılık fikrine yöneltmişlerdi. Bu dönemde Genç Kalemler dergisi fikrini ortaya atan Ömer Seyfettin dilde sadeleşme adına yapacağı çalışmaları anlattığında Ziya Gökalp’i etkilemiş ve o da aynı fikirde olduğuna kanaat getirerek Turan manzumesi ile Genç Kalemlere katılmıştır. Bu manzumeden sonra Ahmet Hikmet Bey Altın Ordu makalesiyle, Halide Edib Hanım Yeni Turan romanıyla, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Falih Rıfkı, Refik Halit, Reşat Nuri, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz gibi daha birçok önemli yazar ve şairler Türkçülük ve Türk dilinin sadeleştirilmesi fikrine destek verdiler. Türkleri Türkçülük fikri etrafında birleştiren ve her daim bu uğurda çalışmalarını sürdüren Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkçülüğün en büyük adamı olarak anılmaktadır.
Türkçülük her daim Türk milletini yükseltmek olduğundan Türkçülüğün önemini anlamak için de “millet” ile ilgili doğruları bilmemiz gerekir. Irki Türkçüler millete “ırk”derler. Onlara göre aynı ırktan olan yani saçı, gözü, ten rengi, vücut şekli aynı olanlar bir milleti oluşturur. Fakat bu yanlış bir tanım olarak yazılmıştır. Diğer bir tanımlama Kavmi Türkçülerden gelir, millet “kavim” demektir onlara göre. Fakat kavim aynı aileden meydana gelmiş kan bağı olanlara denmektedir ve millet tanımı için bu da yanlıştır. Coğrafi Türkçülere göre millet aynı ülkede oturanlardan meydana gelir. Fakat bir ülkede farklı birçok millet olabileceğinden bu da yanlış bir tanımdır. Bu tanımlar böyle uzayıp gidiyor. Osmanlıcılara göre, fertçilere göre, İslamcılara göre vs.. gibi. Ziya Gökalp milletin gerçek tanımını şu şekilde vermiş: Aynı kültür içinde büyümüş, Türk terbiyesi almış, Türklüğe faydası bulunmuş, üzerinde yaşadığı toprak için fedakârlık yapmış, kendisine Ben Türküm diyen herkes Türk Milletine mensuptur. Milleti millet yapan değerler de bunlardan ibarettir; din, dil, ırk fark etmez.
Birbirine karıştırılan iki tanım Türkçülük ve Turancılık, bunlar birbirinden farklı şeylerdir. Türk bir millete verilen addır, Turan ise eski Türk devletlerine ve tüm Türk topluluklarına verilen isimdir. Türkçe konuşan ve Türk şubelerine lisan ve anane bakımından benzer olan topluluklar (Yakut, Kırgız, Oğuz vs..) Turan kelimesi altında toplanırlar.
Kültür ve medeniyet arasında farklar ve benzerlikler vardır. Hars(kültür) milletlere has bir kavramdır, bir milletin dini, ahlaki, hukuki, bedii gibi kendine özgü kavramlarına denir. Medeniyet beynelmileldir, tüm milletlerin ortak kültürlerini çatısı altına toplar. Her millet içinde bulunduğu medeniyeti istediği vakit değiştirebilir fakat harsını değiştiremez. Osmanlı dönemine ait ikiliklerden bahsedilir, dilde, edebiyatta, sanatta. Bu ikilikler sarayda farklı halkta farklı olduğundan Türk harsını zedeler vaziyette görülmüştür. Türk kültürünün kendinde bulunan güzel yanlarından bahsedilirken Osmanlının diğer Avrupa devletlerinin kültürüne yaklaşarak kültürünü bozmasından bahsedilmiştir. Milletler diğer milletlerin kültürlerin taklide başladıklarında sadelikten ve samimiyetten uzaklaşır. Bu nedenle kültürler değil medeniyetler taklit edilebilir. Osmanlı medeniyeti kendi çatısı altında farklı birçok kültürü barındırmaya çalıştığında hiçbir şekilde birlik ve bütünlüğün oluşmadığı anlatılmıştır. Yazara göre medeni yönden geri kalmış olsa bile bir millet, kültür açısından kuvveti yerindeyse en başarılı millet o millettir. Osmanlının zamanla güç kaybetmesi de buna bağlıdır.
Bir devlet halkına yönelmezse başarıyı elde edemez. Bir milletin içinde iki kesim yer alır halk ve güzideler. Güzideler tahsil ve terbiye görmüş kişilerdir. Fakat halktan ve kültürlerinden uzaktırlar. Halktan ayrılmak bir milleti her alanda başarısızlığa mahkûm eder. Güzideler halka yönelecekler ki onlardan kültürlerini öğrensinler ve onlara medeniyeti götürsünler. Halka doğru gitmek halka medeniyet götürmek demektir. Bir millet hangi medeniyete mensup olduğu bilmek durumundadır. Her millet bir medeniyete mensup olmalıdır ve milletler geliştikçe medeniyetlerini de geliştirmeli, değiştirmelidir. Doğu ve Batı medeniyetleri karşılaştırıldığında Orta Çağ’dan kalma zihniyette olan Doğu medeniyetinin bir milleti geride bırakacağı, Batı medeniyetinin ise her daim bir adım öne çıkaracağı anlatılmıştır. Milli kültürlerden vazgeçilmediği sürece Garp Medeniyetine geçmenin bir zararı olmadığı da Garp medeniyetine mensup milletler üzerinden açıklamalarla anlatılmıştır.
Müşterek vicdanlarımızda bir fikri benimsemeli ve sonuna kadar arkasında durmalıyız. Meşrutiyetten evvel memleketimizde olan hiç kimsede “Biz Türk Milletiyiz.” Fikri mevcut değildi, bunu dile getiremezlerdi. Bu sebeptendir Türk milleti o zamanlar yoktu. Bir millet hangi camia ve cemiyet içinde olursa olsun kendi benliğini, kültür ve milli vicdanını terk etmemelidir. Bu sayede girdiği her savaştan galip çıkmayı başarır. Kitapta bunu İngilizler üzerinden bir örnekle anlatmış Gökalp: “İngiliz milleti gittikçe büyüyen bu siyasi camia içinde kendi benliğini unutmadı. İngiliz milletinin asırlardan beri hükümran olma sebebi budur.” Milli vicdanı kuvvetlenmiş milletler sömürge olmaktan kurtulur, yenilgiye uğramazlar. Tarihe baktığımızda sömürge haline gelmiş, vatanını terk etmek zorunda kalmış tüm ülkeler milli vicdanı uyanmamış milletlerdir. Aynı şekilde milli dayanışma da bir millet için en önemli şeylerin başındadır. Yine İngilizlerden bir örnekle, savaş zamanı medeni ahlakları bozuk olmasına rağmen vatani ahlaklarının yüksek olmasının onları yükselttiğini anlatmış Gökalp. Bizdeki durumun tam tersi olmasından dolayı içimizden vatan hainleri çıkmış fakat onlarda tek bir vatan haini olmamıştır. Vatani ahlakın yüksek olmadı milli dayanışmanın temelidir demiştir. Milli dayanışmanın ne şekilde güçlendirileceğine dair başlıklar altında örneklerle açıklamıştır.
İKİNCİ KISIM
TÜRKÇÜLÜĞÜN PROGRAMI
Osmanlı Devleti zamanında dildeki ikilikler sıkça problem haline gelmiş olduğunu söylemiş, Ziya Gökalp Türk Milletinin yalnız bir tek dili olduğunu savunmuştur. Türkiye’nin dili İstanbul Türkçesidir. Fakat o dönemde İstanbul’da iki Türkçe vardır; biri konuşulan ama yazılmayan İstanbul Lehçesi, diğeri yazılan ama konuşulmayan Osmanlı lisanı. Dilimizin hangisi olması gerektiğinin cevabını bulabilmek için diğer milletlerin dilini karşılaştırmıştır. Yazı ve konuşma dilinin ayrı olması durumunda zorluklar çıkacağından ikisinin de aynı olması gerektiği düşünülmüş ve dildeki ikiliği kaldırmak adına İstanbul Hanımlarının konuştuğu dili yazmanın uygunluğuna kanaat getirilmiştir. Halk tarafından kullanılan dillerine yerleşmiş bazı Arapça ve Farsça kelimeler vardı fakat bunların Türkçe’ de karşılıkları yoktu. Halk bunların anlamlarını kendilerine göre bozup kullanıyorlardı, bunu örnekleriyle okuyacaksınız. Aydın kesimdekilere göre halkın bozduğu bu kelimeler de bozulmuş kelimeler olarak kaldı. Bu sebepten dolayı Türkçüler ile Fesahatçiler arasında düşünce farklılıkları meydana gelmişti. Aynı şekilde tasfiyecilerle de görüş birliğine varamadılar. Fesahatçilere göre kelimeler anlamları bozulmadan kullanılmalı, tasfiyecilere göre ise yabancı tüm kelimeler atılarak yerlerine eski Türkçe kelimeler getirilmeli veya eklerle türetilmeliydi. Her iki fikirde dilde sadeleşmeye karşıt görüşlerdi. Türkçülere göre de kullanılmaya alışılmış tüm kelimeler milli dildir ve Türkçe karşılığı bulunan hiçbir kelimenin eş anlamlısı kullanılmamalıdır. Temizleme, harslaştırma ve tezhip olmak üzere üç ana eylem ile yeni Türkçe oluşturulmalıdır fikri bu bölümde açıklanmaktadır.
Türkler heykeltıraş, mimari, edebiyat gibi birçok sanatsal alanında güzel eserler ortaya çıkarmışlardır. Osmanlı döneminde İran kültüründen almış olunan aruz vezninin yerine milli veznimiz olan hece vezninin kullanımıyla ortaya son derece başarılı edebi eserler, şiirler çıkarılmıştır. Diğer tüm milli kültürler gibi vezinler de milletlere has olmalı ve diğer milletlerden vezin alınmamalıdır. Bunun yanı sıra musiki alanında da Türk musikisinden bahsedilmiş, Türk musikisinin halk melodilerinden oluştuğu anlatılmıştır. Halk musikisi ile batı musikisi birlikte oraya milli musikimizi çıkaracaktır.
Türklerde Ahlak beş alt başlıktan oluşur; Vatani, mesleki, aile, medeni ve beynelmilel. Türkler en çok ahlak konusuna önem verirler. Vatan her şeyin üstündedir, her şeyden önce gelir ve her durumda her şartta korunmalıdır düşüncesi vatani ahlakı açıklar niteliktedir. Mesleki ahlakın olması her ferdin üzerine düşen görevi layığı ile yerine getirmesini ifade eder. Aile kavramı da Türkler için vatan kadar kıymetlidir. Eski Türklerde kadına verilen değer, eşitlik, kumanın ahlaksızlığı gibi önemli unsurlar anlatılmıştır. Medeni ahlak da diğerleri kadar önemlidir. Medeni ahlakın yüksek ve kuvvetli olması Türkçülüğün gayelerindendir. Medeni ahlakın temelinde adalet, şefkat ve sadık kalmak vardır. Medeni ahlakı yüksek olanların şahsiyetlerinin de yüksek olduğu kabul edilir. Milletler arasında karşılıklı ahlakın olması da beynelmilel ahlaktır. Eski Türkler sulh dinine mensuptur ve bu gayede diğer milletlerin değerlerine hürmet ederlerdi.
Türkiye’de asri bir hukuk sistemi olmalı bu hukuk sistemi teokrasi ve klerikalizmden tamamen kurtulmalıdır. Herkesin eşit olduğu, medeni ve siyasi hakların olduğu, yasama, yürütme, yargının millete ait olduğu çağdaş bir hukuk sistemi Türk milleti için gereklidir.
Bir millet dinini anlayamazsa yanlış uygular ya da uygulayamaz. Bu nedenle dini kitapların Türkçe olması ve vaazların Türkçe verilmesi gerekmektedir. Türk milleti dinini doğru öğrenmelidir ki ibadetlerinde de doğru olabilsin.
Eski Türklerde ticaret önemli bir noktadaydı. Ticaret yollarına hâkimdiler ve kontrol onların denetimindeydi. İktisatı önemserlerdi. O dönemde devletlerin elde ettikleri mal ve mülk halkın da sayılırdı, sadece devlet büyüklerinin himayesinde değildi. Kazançları ile yeni iş alanları kurar, herkesi iş sahibi yaparlardı. Halktan aldıkları vergileri kendileri için değil fakirler için kullanırlardı. Kimseden mal sakınmazlar, son derece misafirperverdirler. Türkçülükte iktisat alanındaki hedef çiftçiliğin yanı sıra büyük sanayi faaliyetlere de girişmek, iktisadi inkılaplar yapmaktır.
Türk siyasetinde yabancı unsurların yeri yoktur. Her daim halkçılık ve Türkçülük birlikte olup Türk siyasetini oluşturmalıdır. Türkçüler siyasi alanda her zaman halkçı, halkçılar da her zaman Türkçü olmalıdır fikri savunulmuştur.
Milletleri vatan savunmasında galip getiren milli felsefeleridir. Fakat felsefe düşünmekten ibarettir. Refaha ulaşmamış, savaşları bitmemiş hiçbir millet ortaya filozof çıkaramaz. Türk milleti içinden de filozoflar çıkmamış olmasının temel sebebi budur. Fakat Türklerin Çanakkale ve Anadolu muharebelerinde üstün gelme sebepleri milli felsefeleridir. Düşünmeyi kendisine amaç edinmiş olmak felsefi alanda başarıya ulaştıracaktır.
Ziya Gökalp şu cümlesiyle bitiriyor kitabı: “Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması asırlardan beri seni bekliyor.”
İşte bu kitap tam olarak böyle bir kitap; bize neler yapmamız gerektiğini en ince detayına kadar anlatan nadide bir eser. Eski kelimelerden dolayı dili ağır okuyamam diye düşünenler için kitabın sonunda sözlük kısmı mevcut. O nedenle okuyup anlayabileceğiniz, çok fazla ağır olmayan bir kitap.